Friday, March 31, 2006

Epistemolojik Kavramlar Üzerine,

Bilgi:

Bilgi, materyalizmin hareket noktası olan maddenin veya bir başka deyişle gerçeğin, akıl üzerindeki yansımasıdır. Gözlemler ve deneyler ile ele geçen bilgi her zaman gerçeği tam bir keskinlikle tanımlamayabilir. Yanılsama, bir yönü ile aklın yetkinliğine veya çözümleme kapasitesine, diğer bir yönü ile de algı ve gözleme bağlıdır. Ancak bu durum, bilginin yanlış veya güvenilmez olduğu anlamına gelmez. Aklın ortaya çıkardığı mantık, bu bilgiyi aksi ispat edilene kadar koşulsuz bir biçimde doğru kabul eder.Kendi kendine çürümediği sürece, bu yaklaşım, Tezin temellendirilmesi için geçici bir dayanak oluşturur.

Formel Mantık

Niceliğin sayılabilir olmasından hareketle, formel mantık, sayılabilir nicelikler arasındaki ilişkileri keskin bir tanımlama ve sınıflama ile ele alıyordu.Formel olan bilginin dönüşebilir olduğunu söyleyen diyalektik ve pozitivist metodlar gelişmeden önce formel hale gelen bilgi değişmez kabul edilmekteydi.Bilginin elde edilmesi ve olguların açıklanması sürecinde, kendinden önceki görece formel bilgiyi mesnet alan Tez, kendisini doğrulayan deney ve gözlemlerin varlığıyla, biraz da güçlü bir anti tezin yokluğu nedeni ile kabul görür.İnsanlığa sözkonusu olguyu açıklayan yegane bilgi olan bu tez değerlidir. Çünkü hayatı kolaylaştıran teknoloji bu bilgi üzerine kuruludur ve kendi içinde tutarlıdır. Mantık, evrensel gerçeği bilgiye dönüştürürken, algı ve gözlemin kapsadığı alanın matematiğini kurgular. Algı alanı genişledikçe formel mantıkta buna uyum sağlamak zorundadır. Bu yüzden tıpkı gerçeğin değişken ve dönüşebilir olması gibi formel mantık ta tutarlılığını yitirmeden değişmek ve gelişmek durumundadır.( Bkz.Gerçek / Sonsuzluk , Örüntü )

Diyalektik

Diyalektik Materyalizmin, tezin yadsınma ( çürütülmesi ) olasılığını kabul etmesi, peşinen bir yadsıma içinde olduğunu göstermez. Çünkü akılcı - materyalist bakış açısı, özündeki karşıtlık ve çelişki ilkelerine rağmen tutarlı bilgiye ihtiyaç duyar.Toplumun sosyal refahı adına doğayı dönüştürürken doğal kaynakları verimli kullanabilmesi için gereklidir bu. Karşıtlık ve çelişki * ilkeleri metodiktir, yani, bilgi kuramına temel olan bu ilkeler değildir.Bu ilkeler, bilgiye ulaşmak ve onu çözümlemek için kullanılan araçlardır sadece.Sosyal düzenin nüvesi olan insanın, hayatını kolaylaştıracak veya, onun daha az çalışarak daha fazla değer üretmesini sağlıyacak çözümlere gereksinimi vardır.Bu yüzdende tutarlı bir bilgi anlayışı ve onun ürünü olan teknoloji ona gereklidir.

Bilginin elde edilmesinde kullanılan yöntemleri tarif eden terimlerdeki semantik ( anlam bilimsel ) farklar, onların aslında akılcı olan hertürlü yaklaşımın aynı kapıya çıktığı gerçeğini değiştirmez.Comte'un pozitivizmi gibi..Aynı kapıya çıkan bu yöntemler, Kant'tan Marks'a Alman Felsefesi ve Montesquieu'dan Comte'a Fransız felsefesi gibi örnekleyebileceğıimiz farklı felsefe ekollerinin bilgi kuramına yaklaşımından kaynaklanmaktadır.

Bilginin varlık koşulu, akıldır. Akıl veya gerçeğe tanıklık edecek gözlemcinin olmadığı bir durumu varsayalım. Bu durumda, bilginin varlık sebebi ortadan kalkacaktır. Demek ki bilgi, inorganik olan maddenin kendi başına üretebileceği birşey değildir. Ancak, bilgi, aynı zamanda aklın da tek başına üretebileceği birşey değildir. Zaten o zaman ' Dogma ' olur. Bilimin tüm dünyadaki akademik çevrelerde kabul görmüş ve uygulanan diyalektiği, formel bilgiden temellenen hipotez, bu tezin doğrulanması için yapılan gözlemler ve deney sonuçlarının uluslararası bilim dergilerinde yayınlanması süreçleri ile gerçekleşir.Böylece bu tezden ve ispatından diğer bilim adamlarının haberi olur. Bu hipotez çürütülmediği ( yadsınmadığı ) sürece benimsenir ve diğer bilimsel çalışmalarda dayanak olarak kullanılır.
Çoğunlukla ortaya çıkan şudur ki, başlangıçta gözden düşmüş olduğu düşünülen fikirlerden yararlanmaya devam ederiz. Ancak bu durum geri adım atmak anlamına gelmez. Ortaya çıkan, gerçeğin ve süreçlerin daha derin bir kavranışını içeren diyalektik bir süreçtir.Bundan dolayıdır ki formel mantıktan yararlanmaya devam ederiz ve onu tamamen çürütmeyiz.


Gerçek:
------------------------------------------------------------
Gerçek, maddenin kendisi ve aynı zamanda türevleri ile olan ilişkileridir.Akıl olmasa da gerçek vardır.Gerçek, dünyada organik maddenin filizlenmesinden önce de vardı. Formel yaklaşımın sınıflandırması olan inorganik madde, bugün fiziğin kabul ettiği başlangıç olan büyük patlamanın gerçekleştiği ilk andan bu yana mevcuttur.Ve akıldan önceki gerçeği oluşturur.İnorganik gerçeğin kuralları vardır.Bunun içindir ki Newton fiziği, determinizm kavramını doğrulamıştır. Mikro kosmosu açıklamaya çalışan zayıf çekim kuvvetleri ile ilgili fizik öngörüleri,makro kozmosu açıklamaya çalışan Newton fiziğini yadsıyamaz veya çürütemez.

Evrensel Gerçek ve Yanlış anlaşılan kavramlar: Determinizm / İndeterminizm.

İnorganik Madde

İnorganik madde deterministiktir.Determinizm, aynı fizik yasalarından temellenen maddesel özelliklerin benzer ve tutarlı süreçler oluşturması olarak özetlenebilir.Böylece bilim oturduğu yerden yaptığı ölçümler ve gözlemler ile evrenin uzak köşelerindeki galaksilerdeki gerçek hakkında fikir yürütebilmektedir.Galileo ve Kopernik'ten Isaac Newton'a kadar dünya dışına çıkma imkanı bulunmayan fizikçiler bu deterministik kabul sayesinde, bugün bilimin modern araçları ile uzaya giderek doğruladığı gözlemleri yapmışlar ve doğru tezler ortaya atmışlardır.Bu gün kuantum mekaniği kuramı bu determinizmi yadsımaya çalışsa da ileride açıklayacağım eleştirilerden mesnet bulan gerekçeler ile ben bunun algı çözümsel bir yanılsama olduğunu iddia etmekteyim.

Gerçeğin Başlangıç noktası: mutlak O

Determinizmin temellendiği görüş,tek bir öz içinde bulunan belirli nicelik ve nitelikteki elementin veya maddenin büyük patlama ile evreni oluşturmasıdır.Patlamanın termo dinamik yasaları, evrenin dört bir köşesindeki benzer elementler için benzer etkiler oluşturmaktadır.Enerjinin ve maddenin dönüşümü veya maddenin faz değişimleri gibi nesnel gerçekler evrenin her yanında aynıdır.Büyük patlama ile ölçemeyeceğimiz yoğunlukta bir çekirdeğin saçılması ile oluşan evren, patlamanın oluşturduğu ısıl devinim ( Termo Dinamik ) küresel bir saçılım ve partiküllerin genişlemesi olarak adlandırabileceğimiz hareketten oluşmaktadır.Mutlak başlangıç veya 0 noktası olarak açıklanabilecek evrenin çekirdeğinin potansiyel enerjisini bir sabit olarak bilememekteyiz. Aynı şekilde kütlesini de.Bu yüzden sadece gözleyebildiğimiz bazı değerleri mesnet alırız.Bunlardan birisi Albert Einstein'ın E=mc² (Enerji=kütle x ışıkhızının karesi ) olarak bilinen formülündeki foton parçacığıdır. Einstein bu öngörü ile Evrensel gerçeği açıklamaya çok yaklaşmıştır. Bu sayede zaman, hareket ve potansiyel enerji hakkında bazı ipuçları edinebiliriz. Enerjinin harekete dönüşümü ise homojen olmayan evrenin farklı köşelerindeki değişken ancak ölçülebilir çekim alanlarına bağlıdır.Kopernik, Kant, Laplace, Newton, Einstein ve Hawking gibi bilim adamlarının katkıları ile diyalektik bir kavrayış ve gelişim sonucunda varılan büyük patlama teorisi, evrenin ortaya çıkmasına ilişkin en doyurucu materyalist yaklaşımdır.Bu yaklaşımdan temellenen termo dinamik kanunları ile içten yanmalı motorları yarattık, uzaya roketler gönderebildik ve dinamik matematik hesaplar ile roketleri hareket halindeki göktaşlarının üzerine büyük bir doğrulukla indirebildik. Enerjinin dönüşümünü anlamamız sayesinde teknolojimiz ve ağır sanayiimiz varolabildi.Evrenin mayasında varolan karşıtlık, kurallı değişkenlik ( çelişki değil ) ve dönüşerek nitelik değiştirmenin doğasını anlıyoruz.

Kütle Çekimi ve Sonsuzluk

Makro evrendeki kütle çekimi kanunlarını ispatlayıp formel hale getirdiğimiz içindir ki, Evrenin uzak köşelerinde kütle çekimi kanunlarından kaynaklanan olguları açıklayabiliyoruz.Peki evren neden homojen değildir ? Veya neden saçılım küreseldir ? Determinizmden yararlanarak bu çekimsel birikmelerin ve evrenin homojen yapısının bozulmasının, evrene dışardan etkiyen başka büyük çekim kuvvetlerinden kaynaklanıyor olabileceği tezini ortaya atmaya cesaret ediyoruz. Bu hipoteze göre evrenimiz tek değildir.Kendisine benzer başka evrenler ile komşu olabilir. Bu da iç içe bulunan mikro kozmos ve makro kozmostan daha büyük olan belki de mega kozmos olarak adlandırabileceğimiz ve bu iki kozmosu içine alan daha büyük bir sistem olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda atomun parçalanmasından sonra parçacık hızlandırıcıları ile yapılan deneylerde saptanan kuarklar, bozonlar gibi atomaltı parçacıklar bulunmuştur.Her deney ve gelişme bize yeni ve daha küçük atomaltı parçacıkları tanıtmaktadır.Sonsuzluk analitik olmaktan ziyade, iç içe geçen kutular gibi sonsuz küçüklerden ve sonsuz büyüklerden oluşan bir yapıdadır. Fiziksel nicelikleri saptamaya ve saymaya yarayan Matematik, İntegral ( Sonsuz küçükler hesabı ) ile bize fiziksel niceliklerin sonsuz küçüğe doğru gitmesinin olanaklı olduğunu göstermektedir.
( Newton ve Leibniz )

Ne var ki, boyut ve uzaklık olarak insanın gücünü aşan büyüklüklerin söz konusu olduğu evrende çok uzaklardan gelen ışık, bize önemli bilgileri taşımaktadır. Işık tayflarındaki izlerden binlerce ışıkyılı uzaklıktaki maddenin element yapısını ve hayat seyrini çok doğru bir biçimde saptayabiliyoruz.Farklı elementlerin sağladığı enerji, fotonun farklı enerji seviyelerinde salınmasını sağlamaktadır.Bu farklı enerji seviyeleri, kelvin ( K' ) cinsinden ışık ısısının tayfını bize sağlamaktadır.Şimdiye kadar milyonlarca ışık yılı uzaklıktan gelen bu tayf bilgilerinde periyodik tablodaki elementlerin dışında farklı maddelerin izine rastlanamadı.
İnorganik maddenin davranışından çıkarımsadığımız matematiksel ve fiziksel olgulardaki niceliksel yapı onun deterministik algılanmasını olanaklı kılmaktadır.Ancak determinizmin sosyal olgulara uyarlanmaya çalışılması tehlikelidir.Çünkü artık işin içine akıl girmiştir. Ve aklın çıktıları veya başka bir deyişle dışa vurumu, niceliksel olmaktan çok niteliksel görünür.Aslında aklın da görünür yanının arkasında niceliksel süreçler vardır.Bunun yanısıra, Akıl, felsefenin çok eskiden beri ilgilendiği bir konu olmasına rağmen, nöronların, snaptik bağların, hormonların ve kimyasalların ve tüm bu niceliksel olguların yanında niteliksel özellikleri olan bilişsel süreçlerin de karmaşıklığı nedeni ile bilimin veya materyalizmin en son ilgilendiği konulardan biri olmuştur.Bu nedenle akıl, platon, Aristo ve Hegel'e değin giderek mistik bir sis perdesinin altında kalmıştır. İdealist uslamlama, aklın nesnel görüngülerini gölgede bırakmıştır.

Marks'ın diyalektik anlayışının sosyal ve maddesel olgulara aynı anda uyarlanmasının doğurduğu zorluklar gibi, sosyal olguların deterministik gerçeklerine ulaşmak oldukça zordur. Ancak imkansız da değildir.İstatistik biliminin insan davranışlarını sınıflandırarak izlemesi, sosyoloji ve psikoloji bilimlerinin bu verileri yorumlaması ile benzerlikler kurulabilir.Fakat bu işlem, tıpkı simyacıların kimyasal metodlar ile birbirine dönüştüremediği elementlerin yüksek fiziksel zorlamalarla birbirine dönüştürülebilmesinin insanlığa pratik fayda getirmemesi gibi ekonomik olmayan bir süreç olacaktır.

Dinamik ve Nesnel Gerçek

Bazı olguların deterministik gerçeklerine ulaşmanın zorluğu, onların indeterministik olduğunu göstermez.Çünkü indeterminizm olguların açıklanamayacak kadar değişken ve çelişkili olması durumudur.Bu durum, diyalektik materyalizmin eleştirisinde açıklayacağım yeni bir kavram olan kökten veya toptan yadsımacılık durumunu doğurur.Çelişkiler, şeylerin doğasına ilişkin nedenselliği kavrayamama durumudur.Ve bir anlamda maddenin ilişkilerinde mantıksal boşluklar olduğu anlamına gelir.Nesnel ilişkilerde mantıksal boşluklar bulunması mümkün değildir.O takdirde nesnel ilişkiler varolamaz.

Gerçek, değişken ve dinamiktir bu doğru. Ancak açıklanamayacak ve kavranamayacak kadar değil. Bu değişkenliği ve dönüşümü de tutarlı kılacak kurallar vardır. Kuralların örüntüsü ( Pattern ) veya örüntünün kuralları. Sadece biraz daha yakından veya uzaktan bakmamız ve hakettiği ilgiyi göstermemiz gerekiyor. Gerçek, nesnel değilse özneldir. Ve o zaman gerçek, yani maddenin kendisi zihin veya akıl tarafından üretilen dogma ile eşdeğer olur ki bu maddenin inkarıdır.O zaman Berkeley'in maddesizcilik veya anti materyalizmine varırız. Uslamlama yaparak varolmadığımız sonucuna varabiliriz. Ancak bu durum kendi paradoksunu doğurur, çünkü uslamlama yapabilmek için varolmak gerekmektedir.( Descartes ) Eğer kendimizi çelişkinin gerçek olduğuna inandırırsak o zaman bu paradoksu da normal karşılarız ve başladığımız yere döneriz.

Uslamlamayı yapan akıl, arkasında niceliksel olgular bulunan biyolojik bir organizmanın ürettiği niteliksel bir çıktıdır. Pek tabidir ki Materyalizmin hareket noktası olan inorganik madde de, organik madde de nesneldir, nesnel olan herşey aynı zamanda nicelikseldir, matematik ve fizik aracılığı ile açıklanabilir ve sayılabilir.

Akıl:
-----------------------------------------------------------
Akıl yine formel bir yaklaşımla organik maddenin ürünüdür. Evrene milyarlarca yıl hakim olan inorganik maddenin deterministik olduğunu, yani yapısındaki karşıtlık ( zıtlık ), değişkenlik ve dönüşebilirliğe rağmen, sayılabilir olduğunu, ilişkilerinin bilim tarafından açıklanabilir olduğunu yani dinamik bir tutarlılığa sahip olduğunu önceki paragraflarda tekrarlamıştım.Organik madde ise, inorganik maddenin başlangıç noktası olan sonsuz düzenden kaynaklanan determinizmden ilk sapmadır. Büyük patlamanın yolaçtığı ısıl devinim ile etrafa saçılan madde, bu ısıl zorlama sayesinde bir başka madde türevini ortaya çıkardı : Karbon.

Organik Madde

İnorganik dediğimiz diğer madde türevlerine göre karbonun farkı, çok uzun atom zincirlerinden oluşan moleküller oluşturabilmesidir.Bu sayede yaşamın temeli olan karmaşık yapı taşları olan DNA, proteinler, amino asitler ve yüzlercesinin oluşturduğu hormonlar gibi daha da karmaşık organik yapılar oluşabilmiştir. Organik yaşamın çeşitlenmesi ve milyonlarca türün oluşması, maddenin, determinizmin belirlediği hareket yasalarından farklı bir şekilde devinmesine yolaçmıştır. Demek ki, maddenin bir türü için geçerli olan bir genelleme diğer bir türü için geçersizdir. Ancak, bu genellemenin çürüdüğü anlamına gelmemektedir.Deterministik genelleme, inorganik maddenin davranışını açıklamakta faydalı olmaya devam etmektedir. Güneş sisteminde hayat olduğu bilinen tek gezegen olan dünyadaki diğer maddeler olan hava, su ve toprak, yaşama destek olmuş ve aynı zamanda yaşamın desteğiyle bir kapalı çevrim oluşturabilmeyi başarmıştır.Bu döngü, bu gün ekolojik sistem dediğimiz, kendi küçük evrenimizde oluşabilmiş ve evrensel yasaların temelinde bulunan düzenin kaosa doğru bozuluyor olduğu gerçeğine ( termo dinamik ) karşın, dünyadaki entropi seviyesinin azalmasına yolaçarak determenistik genellemeye ciddi bir karşıtlık oluşturmaktadır.

Ancak bu durum, evrenin karşıtlık yasası ile uyumlu gibi de görünmemektedir. Çünkü organik yaşam, evrenin altında bulunan desenin ( pattern ) üzerinde küçücük bir leke gibidir. Bu durum eğer determenistik gerçeğin doğasına uygun olmuş olsaydı, genelleme yapmaya değecek veya evrenin devinimini etkileyecek kadar çok yaşam olması gerekirdi evrende. 50 yıldır uzaydan gelen radyo dalgalarını dinlememize rağmen, henüz bizim dışımızda akıllı yaşamın varolduğuna dair bir ipucu bulamadık.

Davranış ve Sosyal Düzen

Davranış sergileyen organik yapılar, genellikle farklı uyarılara göre değişken, otonom veya otomatik tepkiler üretirler.Ancak bu mekanizmaların tümünün akıl içerdiğini söylemek doğru bir sınıflandırma olmayacaktır.Otonom olan, kendi kendine hareket eden, bazı görece basit organizmalar örneğin bir koloninin parçası olan böcekler gibi, yaşam döngülerinin gerektirdiği eylemlere programlanmış gibi görünmektedirler.Herbir karınca otonom hareket eder gibi görününmekle birlikte, her biri aslında koloninin doğal işbölümüne göre farklı bir programa sahiptir.Kimisi işçi olurken, kimisi askerdir.Bu işbölümü onların fiziksel özelliklerine de yansır.Yaprak kesici işçilerin çeneleri aynı şekilde yapılanmıştır.Askerler ise dövüş için özel fiziksel özelliklerle donatılmışlardır.Toprağın altındaki galerilerde istif işi ile uğraşan işçiler küçük ve çeviktir.Şaşırtıcı bir şekilde, hepsi tek bir koloninin içindeki işlere uygun olarak farklı sınıflarda biçimlenmişlerdir.Ve sadece kendi işlerini yaparlar.Feremon denilen bir kimyasal aracılığı ile iletişim kurarak, binlerce karınca, koloninin tek bir vücut gibi çalışmasını sağlar.

Karıncaların bu karmaşık sosyal düzeni, daha gelişmiş bir beyne sahip insan toplumundaki düzene benzetilebilirmi ?
İnsanların bilinç ve irade dediğimiz bilişsel fonksiyonları, onların toplumsal düzen içerisindeki rollerini kendilerinin seçmelerini ve böylece kendi dinamiklerini görece kendilerinin tayin etmelerini sağlar.Kısacası, bu roller onların içine doğuştan konmuş minik programlar değildir. İnsan aklının önemli bileşeni olan bilinç, mensup olduğu sosyal ve ekonomik sınıf tarafından yönlendirildiği gibi, insanın atalarının avcılık ve toplayıcılık yaptığı dönemlerden, yani ilk sosyalleşmeye başladığı zamanlardan bu yana kuşaktan kuşağa aktarılan sosyal reflekslerin oluşturduğu şablonların yanında, sosyal ve ekonomik statü kazanmak için aldığı eğitim ve genetik yetilerinin ona sağladığı yönelimleri tarafından oluşturulur. İnsan aklı ile karınca aklı arasındaki fark, insanın özgün iradeye sahip olmasıdır. Karıncalarda ise küçük programcıklardan oluşan ve lego gibi birbirini tamamlayan toplumsal irade, hiç bozulmayan küçük programcıkların birliğinden oluştuğu için, karıncaların ekonomik haklarını talep etmek için grev yaptıkları hiç görülmemiştir.Karınca kolonisinde işler genellikle programlandığı gibi yürür.Sosyal karmaşa ve toplumsal dinamikler gözlenmez.Onların yaşamındaki olumsuz dinamikler, doğanın ritminin bozulması, başka böceklerin veya kolonilerin saldırılarına uğramak gibi kendi döngülerinin dışındaki etkilerdir.

Aklın Evrimi

Aklın en gelişmiş türevini temsil eden insan aklı, özellikle de dil kullanmayan ve konuşmayı bilmeyen diğer hayvan türleri ile karşılaştırıldığı zaman, antropolojik ve evrimsel gelişimler açısından da önemli ve büyük farklar içerir.İnsanın evrimi incelendiğinde, insanın sahip olduğu bugünkü zekanın ve dil yetisinin görece hayvan olduğu aşamadan daha sonraki evrim basamaklarında oluştuğu görülmektedir.Yani insan dil yetisi ile birlikte evrilmiştir.Primat dediğimiz iki ayak üzerinde yürüyen insansı hayvanlar, kollektif bilinç geliştirmişlerdi.Bu insansı türler, besin bulmak veya avlanmak için işbirliği yapmışlardı.Bu işbirliği iletişim gerektirmekteydi ve önceleri ilkel sesleri çıkarmak için uğraşan Homo Erectus'un, aynı zamanda ateşi bularak etleri pişirmesi sayesinde çene kaslarının bağlı olduğu kafatasındaki kemik kirişler kayboldu ve kafatası kemikleri inceldi.Bu gelişme Erectus'un beyninin yeni sesler keşfetmesine olanak sağlayacak kadar büyümesini sağladı.Erectus bu ilkel sesleri kollektif yaşamına destek verecek kavramlara bağlayacak kadar akıllıydı.Erectus'un kollektif yaşamı su kenarlarında sazdan kulübeler yapacak, birlikte avlanacak, toplayıcılık yapacak ve alet yapma kültürünü diğerlerine öğretecek kadar gelişmişti.

Dil


Erectus'tan diğer homo türleri ve Homo Sapien'e değin insanın, evrimleşirken, karmaşık ve çok sayıda sesi çıkartabilmek için gırtlak ve akciğerleri de evrimleşmişti.Dili bulana kadar insan görüntüler ve sesler ile düşünmeye devam etmiştir.Bu durum, etkin düşünmeyi engellemekte ve bilginin öğrenilerek diğer kuşaklara aktarılmasına engel teşkil etmekteydi.Dilin icadı, insan aklı için bir dönüm noktasıdır.Dil kullanan insan, olguları ve kavramları kelimeler ile etiketlendirerek, bunları ekler ve takılarla bir cümle kurgusu ( sentaks ) içine yerleştirdiğinde, dil ile düşünerek yaşadıklarını diğer insanlara anlatabilmeye başladı.Bu ise deneyimin ve öğrenilen olguların kaybolup gitmesini engelledi.Önceleri kuşaktan kuşağa anlatılarak efsaneleşen bilgi, yazının bulunması ile kayıt altına alınarak insanlık deneyimlerinin kültüre dönüşmesini sağlamıştır.İnsanın dil ile düşünmesi sınırlı algısal kavramlar ile düşünmekten çok farklıydı.Dilden önce görüntüler,sesler ve kokulardan oluşan bilgi, artık metodik ve soyut özellikler kazanmaya başlamıştı.Kelimeler ve dil kurgusu ile düşünme hem hızlıydı, hem de çoğaltılabilir özelliğe sahipti.Nihayet soyut kavramları uslamlama yolu ile çoğaltabilecek kadar gelişen insan aklı, çevresinde olan bitenleri, yaşadığı doğal çevreyi, gökyüzünü, yıldızları, neden ve nasıl varolduğunu merak etmeye başlamıştı.Böylece felsefenin ve bilimin varlık sebepleri de ortaya çıkmış oluyordu.

Aklın Niceliği

İnsan aklının niceliksel yanı, ancak 19.yüzyılda insanlığın ilgisini çekmeye başlamıştır.Çünkü bu tarihten önce, felsefe, maddenin, akıl tarafından üretildiği yanılgısını aşamamıştı. Aklın da maddenin oluşturduğu niceliğin sonucu ortaya çıkan bir nitelik olabileceği, insan bedeni ile korkusuzca deneyler yapmaya başlayan cesur insanların din baskısına rağmen yaptığı anatomi çalışmaları sayesinde güçlenen bir şüphe olmuştur.19. yüzyılın başlarında Gall'ın öncülük ettiği phrenology akımı, aklın niteliksel özellikleri olan zihinsel süreçlerin beyinden kaynaklanan biyolojik bir temeli olduğununu söylemiştir. Bu görüşe göre beyin, tekmerkezli bir organ olmayıp, her biri farklı bir zihinsel süreçle ilintili en az 35 değişik merkezin toplamından oluşmaktadır. Flourens, hayvan beyinlerinin değişik bölgelerini çıkararak bu bölgelerin hayvanın davranışlarıyla ilintisini araştırmış ve bu deneyler sonucunda, zihinsel süreçlerin belli bir bölgeye yerleştirilemeyeceğini, zihinsel süreçlerin beynin bütün bölgelerinin (özellikle de ön beyin) katılımıyla gerçekleştiği sonucuna varmıştır.
Beyin ve davranış arasındaki ilişkiyi tanımlayan üç tane temel model vardır: Birinci model, davranışsal anatomi üzerine oturtulmuştur ve nörobiyolojik sistemler modeli olarak bilinir.Nörobiyoloji, sonraki yıllarda insan davranışları ile beyin aktiviteleri arasında modern tanı sistemlerinin de yardımı ile Gall ve Flourens'in söyledikleri farklı merkezlerin yerlerini beyin üzerinde tanımlamıştır. İkinci model, endokrinolojik-farmakolojik model olarak bilinir. Bu model modern biyolojik psikiyatrinin son yıllardaki en büyük dayanağı olmuştur. Özgün nörotransmitter ( sinyal aktarıcı ) değişikliklerin psikiyatrik bozukluklar oluşturduğunu varsaymaktadır.Bu bozukluklardan yola çıkarak davranışlar ile beyin fonksiyonları arasındaki bağları araştırmaktadır.Ancak, yüzeysel bir model olduğu için beyindeki biyolojik yapıları ve ilişkileri yani nöron, snaps ve akson potansiyeli gibi yapıları gözden kaçırmıştır. Üçüncü model ise hücresel modeldir. Bilginin sinir hücreleri yani nöronlar arasında iletilmesi sırasındaki hücresel mekanizmalar üzerine odaklanmıştır. Hücresel model, öğrenme ve bellek fonksiyonlarını tanımlama potansiyeline sahiptir.Modern tanı sistemleri, özellikle beynin hassas kesitlerini alabilecek tomografik yöntemler sayesinde, beynin biyolojik yapısı hakkında çok önemli bulgularımız mevcuttur.Beyindeki veri iletiminin elektro kimyasal olduğu anlaşılınca, biyo kimya bilimi verinin iletimi ve saklanması yöntemlerine ilgi göstermiştir.
Ancak felsefe açısından en önemli bulgu, beyinde verinin zannedildiği gibi değişken veya çelişkilere dayanan bir mantıkla işlenmediğiydi.Oysa, fizikteki Kuantum teorisinden kaynaklanan belirsizlik eğilimleri ve diyalektik yaklaşımlarında etkisi ile verinin formel mantıkla açıklanabilecek olgulardan çok daha karmaşık süreçlerle işlendiği sanılmaktaydı.Bu yanılsamanın yapay akıl çalışmaları üzerindeki yansıları bulanık mantık araştırmaları şeklinde olmuştur.Bulanık mantık, klasik bilgisayar bilimindeki bilginin 0 ve 1 ( Boole cebiri ) şeklinde yani ikili sistem ile işlenmesine karşı çıkmış, bilginin sadece doğru yada yanlışlardan oluşamayacağını, çelişkilere dayalı milyonlarca değişken olasılık ile ifade edilmesi gerektiğini savunmaktaydılar.
Fakat biyokimya, beyinde verinin, nöronların proteinleri sentezlemesi veya dışlaması metodu ile yani, tam da 0 ve 1 ile saklandığını buldu. Formel mantık ile tam uyum içerisinde olan Boole Cebiri, insan beynindeki veri saklamanın matematiğini açıklamaktaydı. Peki, insan beyninde bilgi, temelde doğru ve yanlış gibi keskin bir kabul veya red ile saklanıyorsa, anlaşılamayan veya bu kadar karmaşık bilişsel süreçlere ve nitel uslamlamaya kadar varan ve bilgiyi bulanıklaştıran süreçler nasıl gerçekleşmekteydi ?.


Örüntü

Sorunun cevabı, algının çözümlenmesi, örüntü, yüksek bilişsel süreçler ve sembolik mantıkta yatmaktadır.Elbette en basit bir bilgi bile sadece doğru ve yanlış ile ifade edilemez.Bu yanılsamada gözden kaçırılan, bilginin örüntülerden ( Pattern ) oluştuğudur. 0 lar ve 1 ler, bu pattern' nin sadece bir biriminin var olup olmadığını tanımlar.Örüntünün çok sayıda birimden oluştuğunu düşünecek olursak bir bilgiyi tanımlamak için çok sayıda 1 ve 0 a ihtiyacımız vardır. Bir de tabi bu örüntünün niteliklerini bilmemiz gereklidir.Evrenin ve maddenin yapısını açıklarken, şeylerin sonsuz küçükler ve sonsuz büyüklerden oluşan, kutu içinde kutucuk modeli bir sonsuzluk durumunda olduğunu belirtmiştim. Algının aracı olan gözlem, algı araçlarının tolerans değerleri yüzünden maddeye veya gerçeğe belirli bir kesitten bakar.Görünebilir ışık, 670 Nm - 410 Nanometre genliğinde, 740 THertz – 440 TerraHertz frekansında, 21000 K – 36000 Kelvin ışık ısısı değerleri arasındadır.Oysa tüm diğer frekans değerlerini içeren foton ışınımları, örneğin kızılötesi, morötesi ışınlar veya radyo dalgalarını göz ile algılamak imkansızdır.İnsan algısının bu seçici özelliği, yani alt ve üst değerleri algılayamaması örüntünün ( Pattern ) tümünü algılamamıza engeldir.İnsan algısı, tıpkı el fenerinin ışığı gibidir.dışa doğru açılan, üçgen şeklinde kısıtlı bir kesittir.Bilgiye ihtiyaç duyduğumuzda algı fenerimizi maddeye doğru doğrultur, fenerimizin ışığında aydınlatabildiğimiz nicelikleri sayarız.Sayılabilir tüm birimsel değerler bilgiye ait örüntünün birer bileşenidirler.

Farklı boyutlardaki örüntülerin kendine özel kuralları olabilir. Bu yüzdendir ki, Newton fiziği güçlü çekim kuvvetleri ve makro kozmosu gayet tutarlı bir şekilde açıklarken, zayıf çekim kuvvetleri ve mikro kozmos için tutarlı bir açıklama getirememektedir.Aynı şekilde Kuantum mekaniği de makro kozmos için uyarlanamaz.İnsan gözünün tolerans eşikleri daha aşağıda ve daha yukarıda olsaydı da örüntünün tamamını algılamakta zorluk çekecektik.Bunun sebebi, örüntünün halı gibi düz ve analitik olmayışındandır.Kozmoslar küre şeklindedir ve birbirini kapsamaktadır.Başka bir deyişle iç içe geçmişlerdir.

Madde, bu küre şeklindeki birbirini kapsayan parçalardan meydana gelmektedir.İnsan algısı sadece kendi madde katmanını algılayabilmesi için hassas bir şekilde ayarlanmıştır.Kendi boyutundaki algılayabildiği tüm büyüklükler, onun çevresindeki örüntünün birimleridir.İşte formel mantık bu birimleri saymak için matematiği kullanır.Sonuçta formel olan algılanabilir olandır.Çıplak gözle görebildiğimiz en küçük birim bir kum tanesi ise, çöl, kum tanelerinden oluşan bir örüntüdür.Matematikte, düzlem noktalardan oluşur diye tanımlanır.İşte algılayabildiğimiz en küçük nokta, onlardan oluşan düzlem örüntüsünün bir birimidir.

Algı ve örüntü arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için, insanın doğal çevresini ele alalım, aslında üç boyutlu örüntülerden oluşan gerçek, göz tarafından iki boyutlu bir örüntü düzlemine indirgenerek algılanır. Bu düzlem retinadır.İç bükey bir düzlem olan retinanın üzerinde 8 milyon ışık konisi ve rod denen 12 milyon optik algılayıcı ( foto reseptörler ) hücre vardır.Işık ışınları tarafından nesnelerin, yani üç boyutlu örüntünün referansları göze taşınır.Bu referanslar foto reseptorler üzerinde renk, açıklık ve koyuluk gibi farklı nitelikleri ile elektro kimyasal sinyallere dönüşürler.Görüntünün ters oluşmuş bu iki boyutlu hali, nöro transmitterler aracılığı ile beyne taşınırlar ve beyinde proteinlerin sentezlenmesi sayesinde 0 ve 1 içeren yeni bir örüntüye dönüşürler.Gelen stereoskopik örüntü, beyindeki görme merkezleri tarafından derinlik algısı yaratılarak üç boyutlu bir algıya dönüştürülür.

Organizma, üç boyutlu örüntüyü iki boyutlu örüntüye indirgedi.Yani sembolik mantık kullandı.Etrafındaki tüm üç boyutlu örüntüyü anlamaya çalışmadı.Veya tüm bu karmaşayı beynine yüklemek yerine milyarlarca kere milyar atomdan oluşan etrafındaki gerçeklik için çok daha az birimden oluşan yeni bir örüntü yani sembol yarattı.Bütün bu sembollerden oluşan bilgi, ona ekolojik çevresinde hayatta kalması için yeterli olduğu gibi, daha az birim üzerinde işlem yaptığı için hızlı karar vermesini sağlamaktadır.

İlk çağlarda algıladığı gerçeği anlamaya çalışan insan, onu sayarken veya bu gerçekden temellendirerek uslamlama yaparken matematik kullandı.Formel mantığı yarattı.Ancak daha sonraları çıplak gözle algılayabildiği örüntüler ona yetmemeye başladı.Nesnel gerçekliğin arkasındaki ilişkiler onu ilgilendiriyordu.Çünkü aynı zamanda bu bilgiyi ekonomik fayda elde etmek için de kullanacaktı.Böylece teleskobu bularak makro kozmosu incelemeye başladı. Aynı zamanlarda mikroskop ile mikro kozmosu oluşturan yeni örüntüleri farketti.Bu yeni keşfettiği boyutlar ile ilgili matematik kuramları da geliştirmek zorundaydı.Ancak herşeye rağmen insan, evrimin kendisine kazandırdığı pragmatik yaklaşımı sayesinde eline geçen bilgi ile yaşamını kolaylaştıran teknolojiyi yaratmayı da ihmal etmedi.

Sonuçta evrende anlaşılmayı bekleyen sonsuz sayıda iç içe geçmiş örüntü var.( bkz.gerçek / iç içe geçen kutucuklar modeli ve sonsuzluk ) Bize çok uzak kutucukların örüntüsünü olağanüstü karmaşık bularak onların ilişkilerini çelişkili buluyoruz.Belki onları algılayacak veya gözleyecek kadar yeterli donanımımız yok, veya onu anlayabilecek yeterince formel bilgiye sahip değiliz.İnsanın gerçek ile macerası, bu iç içe geçmiş kutucukların örüntülerini bir bir anladıkça genişleyen bir süreç olacaktır.Ancak bir kutucuğun mantığını diğer kutucuğa uygulamaya da kalkmamalıyız.Bütün herşeyi açıklayan tek bir teori yok.Bu yüzdendir ki newton fiziği atomaltı parçacıkların davranışlarını açıklamaz. Aynı şekilde kuantum fiziğindeki örüntü de insan ilişkilerine ve sosyal olgulara uyarlanamaz. Çünkü, organik madde ve onun oluşturduğu akıl, sembolik örüntülerden oluşan kendine özgü bir kutucuktur.


Devrim Çamoğlu

0 Comments:

Post a Comment

<< Home